Ben McCauley'den açıklamalar!

05.02.2017 - 16:44 | Son Güncellenme: 05.02.2017 - 16:44

İBB'nin yıldız basketbolcusu Ben McCauley Türkiye Basketbol Federasyonu'na önemli açıklamalar yaptı!

İşte o röportaj:

İstanbul BBSK ile verimli bir sezon geçiren şutör uzuna BSL'yi ve oynadığı diğer tüm ligleri sorduk!
Spor Toto Basketbol Süper Ligi’nin iddialı takımlarından İstanbul BBSK, sezona zorlu bir başlangıç yaptı. İlk üç haftada sert bir fikstürden galibiyet çıkaramayan takım, ilk maçların etkili ismi Kartal Özmızrak’ın sezonu kapatmasına yol açan sakatlık haberiyle sarsıldı. Jarvis Varnado’nun sakatlığı da uzun rotasyonunu bir hayli karıştırdı. Ancak sonunda işler rayına oturmuş gibi görünüyor. En azından şimdilik...

Pazartesi günü Cebeci Spor Salonu’nda ağırladığı Galatasaray Odeabank’ı 71-61’lik skorla geçmeyi başaran ekip, böylece Euroleague takımlarına karşı ilk devredeki tüm maçlarını da tamamlamış oldu. Bu zorlu fikstürden çıkarılan dördüncü galibiyette Sean Armand ve Earl Calloway’in en büyük yardımcılarından biri de şutör uzun Ben McCauley’di.

North Carolina State’ten mezun olduğu gibi Avrupa kariyerini başlatan McCauley, kıtanın gezgin basketbolcularından. Fransa ve Belçika’nın üst düzey takımlarında geçirdiği üç yıldan sonra rüzgâr onu Polonya, Ukrayna gibi soğuk iklimlere de sürükledi. İspanya’daki kısa macerasının ardından 2014-15 sezonu için Türk Telekom’la anlaşan McCauley, o günden bu yana da ligimizden ayrılmadı. İstanbul BBSK ile geçirdiği ikinci sezonun ortasında McCauley ile hem bu sezonun zorluklarını konuştuk, hem de bize birkaç “yol hikâyesi” anlatmasını istedik.
Sezonu âdeta BSL içine gizlenmiş bir Euroleague fikstürüyle açtınız: Anadolu Efes, Fenerbahçe ve ardından oyuncu kalitesi bakımından birçok Euroleague takımını geride bırakabilecek Beşiktaş Sompo Japan... Sakatlıklar konusunda çok şanssız bir dönem geçirdiğiniz aşikâr, fakat 10. hafta sonunda geriye dönüp bakıldığında 4 galibiyet hiç de fena gözükmüyor. Siz de aynı düşüncede miydiniz, yoksa Galatasaray Odeabank maçına çıkarken takımın psikolojisi ‘mutlaka kazanmalıyız’ mı diyordu?

Galatasaray Odeabank maçı öncesinde ilk kez rakibimizden bağımsız olarak kazanacağımızı düşündük. Hafta boyunca iyi antrenman yapmıştık, maça sıkı hazırlanmıştık ve herkesin iyi bir ruh hâlinde olduğu hissedilebiliyordu.

Sezonun geride kalan bölümünde uzun bir sakatlık listesiyle boğuştuk; kimin sahaya çıkıp kimin sahaya çıkamayacağını tahmin edemez olmuştuk. Bazı haftalar antrenman yapacak on kişi bulamıyor, genç takımdan takviyelerle beşe beşi ancak tamamlayabiliyorduk. Kesinlikle zor bir dönemdi. Ama Galatasaray Odeabank maçıyla birlikte takım olarak yeniden bir araya geldiğimizi, iyi oynamaya başladığımızı düşünüyorum. Şu andan sonra da herkesi yenebileceğimize inanıyorum.

“Bu sirkülasyon, takımı istikrardan uzaklaştıran bir şeydi. Bir hafta sonra sahada kiminle yan yana olacağını bilmediğinde, takım içi alışkanlıklar inşa etmek çok güçleşiyor.”
Kartal’ın sezonu kapatması takım adına büyük bir kayıp oldu. Onun dışında da en sağlıklı görünen oyuncunun bile bir şekilde bir maç kaçırdığını fark ediyoruz. Fakat bu sakatlıklardan daha çok etkilenenin ön alan oyuncuları olduğunu düşünüyorum. Jarvis Varnado sezona sakat başladı, onun yokluğunda durumu idare etmesi için Greg Smith ile kısa süreli bir kontrat imzalandı. Varnado döndüğünde Smith oturdu, sonraki maç ikisi birden sahadaydı, derken uzun rotasyonundaki rol tanımları da sürekli olarak değişti... Bu sizin için işleri zorlaştırdı, öyle değil mi?

Jarvis’in yokluğunda Greg’in iyi iş çıkardığını düşünüyorum. Her şeyden önce takım kimyası için önemli bir karakterdi Greg, soyunma odasında böyle oyunculara ihtiyaç duyarsınız. Ama dediğin gibi bu sirkülasyon, takımı istikrardan uzaklaştıran bir şeydi.

Bir hafta sonra sahada kiminle yan yana olacağını bilmediğinde, takım içi alışkanlıklar inşa etmek çok güçleşiyor. Ben Greg’in de, Jarvis’in de farklı açılardan takıma katkı sağladığını düşünüyorum. Ama bundan sonrası için yola hangisinin devam edeceğini bilmek de işimizi kolaylaştırıyor açıkçası.
Bu sezon dış şutlarda %43 ile maç başına 1,2 isabet kaydediyorsun. Dış şut sokan uzunlar bu kadar popüler olmadan önce de yayın gerisini sevdiğini fark etmiştik. Ama kolejde bu yönünü gördüğümü hatırlamıyorum.

Hatırlamazsın, çünkü kolejdeyken üçlük atmam yasaktı! North Carolina State’teki ikinci sezonumdan önce, Sidney Lowe göreve geldiği ilk gün beni yanına çağırdı ve şöyle dedi: “Ben, dışarıdan şut sokabildiğini biliyorum. Ama bu sene senden bunu istemeyeceğiz. Takım için başka şeyler yapman gerekiyor. Sana boyalı alanda ihtiyacımız var.”

Halbuki ben koleje dış şuta atmayı öğrenmek için gelmiştim.

Onlara haber vermeyi unutmadın, değil mi?

Herb [Sendek] beni lisede izleyip kadroya kattığında hedefi benden bir ‘stretch 4’ ya da ‘stretch 5’ yaratmaktı. Zaten ilk senemde de bunu yapmaya çalıştım. Fakat Sid geldiğinde elimizde kısıtlı bir kadro vardı. Koç değişikliklerinde takımdan ayrılan oyuncular olması kaçınılmazdır, biz de o bölgede biraz zayıf kalmıştık. İçeride kalıp boyalı alanı korumak, hücumda post-up oynamak bana kaldı. Dışarıdan şut atabildiğimi yalnızca beni antrenmanda gören takım arkadaşlarım biliyordu.

Ama Avrupa kariyerime başladığım gibi bu özelliğimi yeniden göstermeye başladım. Zaten ilk sezonumu Strasbourg’da geçirmiştim ve bildiğin gibi Fransa Ligi’nde tipik 5 numaralardan söz etmek imkânsız. Top çok fazla gidip geliyor, çok fazla şut atılıyor. O tempoda uzun olarak senden sürekli mobil olman bekleniyor – bir de kendine güveniyorsan, arada sırada o dış şutu kullanmalısın!
NC State’teki o sezonunuzu çok iyi hatırlıyorum. Bunun iki sebebi var. Birincisi, Sidney Lowe ve kırmızı ceketi saha kenarında parlarken başka maçları izlemek kolay olmuyordu. İkincisi ve daha önemlisi, o kadrodaki isimlerden biri de o sene son sınıf öğrencisi olan Engin Atsür’dü. Hâlâ favori oyuncularımdan biridir. Siz görüşmeyi sürdürüyor musunuz?

Peki şunu biliyor musun? O sezon Engin benim ev arkadaşımdı. Sürekli birlikte takılırdık, akşam yemeklerini birlikte yerdik, maçlar hakkında konuşurduk. O takımın veteranı olarak bana öğütler verirdi. Çok iyi bir ilişkimiz vardı. Dolayısıyla ondan kopmam hiç kolay değil. Belki her gün konuşmuyoruz ama bana bir telefon mesajı uzaklığında olduğunu, ihtiyacım olduğunda onu arayabileceğimi biliyorum. Geçtiğimiz yıl, Aralık ayında İstanbul’a transfer olduğumda da öğle yemeği için sık sık buluştuk. Harika bir insan.

Sidney ile ilk sezonumuzda hiç fena değildik. Engin o sene takımı sırtladı ve bu sayede konferans turnuvasında final oynadık, ezelî rakibimiz North Carolina’nın karşısına çıktık. Eğer Engin sakatlanmasaydı o sezonu çok daha iyi bir dereceyle noktalayabilirdik. Ama sakatlıklar yakasını hiç bırakmadı, profesyonel kariyerinde de böyle devam etti ne yazık ki...
“Engin kolejde benim ev arkadaşımdı. Sürekli birlikte takılırdık, akşam yemeklerini birlikte yerdik, maçlar hakkında konuşurduk. Çok iyi bir ilişkimiz vardı. Ondan kopmam hiç kolay değil.”
Fransa’daki iki sezonun arasına sıkıştırdığın bir de Belçika deneyimi var. Mons-Hainaut hep çok ilgimi çekmiş bir kulüp. Düşük bütçelerle orada ufak çaplı bir “Moneyball” hikâyesi yaşanıyor gibi... Senin için nasıldı Belçika günleri?

Kesinlikle iyi hatırlayacağım bir sezon. Mons çok küçük bir kasabaydı ama Brüksel’e yalnızca otuz dakika mesafedeydi. Aslında Belçika’da hiçbir yere gitmeniz iki saatten uzun sürmüyor. Çok küçük ve çok huzurlu bir ülke.

Belçika’da hiçbir deplasman için bir gün önceden yola çıkmazdık. Maç günü toplanır, bir saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra hava atışına hazır olurduk. Türkiye’deki kalabalığı ve trafiği düşününce o sezon çok garip geliyor.
Bu ligde üçüncü sezonunu geçiriyorsun. Buraya gelmeden hemen önce, kısa bir süreliğine de olsa, İspanya Ligi’nin de havasını soludun...

Çok kısa bir süre. CAI Zaragoza’nın pivotu Joseph Jones sezonu kapatınca benimle iki aylık bir kontrat yapmışlardı.

İki ay benim için yeterli. En azından şu popüler tartışmadaki tarafını merak ediyorum. BSL mi önde, yoksa ACB mi? Sezon öncesi medya gününde koçunuz Ertuğrul Erdoğan, iki ligin birbirine çok yakın olduğunu ancak BSL’de bu yıl 3-4 takımın kadro kurmaya çok geç başlamasının onu endişelendirdiğini söylemişti. Zaman onu haklı çıkardı diyebiliriz. Sıralamanın son basamaklarında yer alan takımlar bugüne kadar Euroleague kadrolarına karşı pek rekabetçi kalamadılar.

Bu konuda Koç Erdoğan’a katılıyorum. Yalnızca lig tablosunun yukarıdaki yarısını ya da zirvedekileri hesaba katarsak, “BSL, ACB’nin önüne geçti” diyebiliriz. Ama ACB’de geçirdiğim kısa dönemde bile şunu fark ettim: Orada her gece sizi zorlu bir maç bekliyor. Türkiye’de ise bir Euroleague takımı kendi evinde BEST Balıkesir’i ya da Halk Enerji TED Ankara Kolejliler’i ağırladığında, bu iki takımın kazanma ihtimalleri pek gerçekçi görünmüyor. ACB’de Barcelona ya da Real Madrid’i kötü gününde yakalayan lig sonuncusunun maçı alması mümkün. Çünkü o takım da oyuncu kalitesi ve takım mühendisliği bakımından, ligin asgari gereklerini yerine getiriyor.

“Lisede koçumuzun yanında, sadece uzun oyuncuları çalıştırmakla görevli bir asistanı vardı. Post hareketlerini, tüm ayak oyunlarını ondan öğrendim.”
Avrupa’da altı farklı ülkede yedi sezon geçirdin. Zaragoza örneğinde gördüğümüz gibi, istenen bir Avrupa uzunu hâline geldin. Bu verimli kariyeri borçlu olduğun kişileri, ilham kaynaklarını bizimle paylaşabilir misin?

Babam iyi bir kolej basketbolcusuydu. Profesyonel olarak oynamasa da, basketboldan hiç kopmadı. Bana basketbol sevgisini aşılayan ve ilk küçük numaraları öğreten oydu. 9-10 yaşlarındayken onunla birlikte uzun saatler antrenman yapardık.

Dürüst olmak gerekirse, lisede de şansım yaver gitti. Normalde çok özel bir liseye gitmediğiniz takdirde koçunuzun size öğrettikleriyle yetinirsiniz. Ama bizim koçumuzun yanında, sadece uzun oyuncuları çalıştırmakla görevli bir asistanı vardı. Post hareketlerini, tüm ayak oyunlarını ondan öğrendim.

Benim için özel olan bir diğer isim de [Amerikan futbolu takımı] Pittsburgh Steelers’ın koçu Bill Cowher’dı. Şehirde basketbol takımı olmadığı için herkes Steelers taraftarı olarak büyür. Cowher benim de küçükken idolize ettiğim bir figürdü. Üniversiteye girdikten sonra onun da NC State mezunu olduğunu öğrendim. Ve bir gün kampüse geldiğinde tanışma, onunla birlikte vakit geçirme şansı buldum. Bu tarifsiz bir histi.
Peki notalardan ilham alman gerektiğinde? Maçlardan önce ne dinliyorsun şu sıralar?

Benim dinlediğim şeyleri muhtemelen bilmezsin... Bir düşüneyim, Mumford & Sons’ı duydun mu?

Yani... Ben duymamış olsaydım bile, Grammy Ödülleri sonrasında en az yarım milyar insan adlarını duymuştur herhâlde.

Doğru, yavaş yavaş herkese hitap eden bir gruba dönüştüler. Ama benim için fark etmez. Hâlâ maçlardan önce onları dinliyorum. Müziklerinde beni sakinleştiren bir şey var ve maça odaklanmama yardımcı oluyor.

Röportaj: Cem Pekdoğru
@pekdogru

Senin için hazırladığımız haberler