Dani Alves'den çok çarpıcı bir yazı: "Sır"

03.06.2017 - 16:17 | Son Güncellenme: 03.06.2017 - 16:17

AJANSSPOR- Juventus'un bu sezon başında Barcelona'dan transfer ettiği Dani Alves, Real Madrid ile karşı karşıya gelecekleri Şampiyonlar Ligi finali öncesi "The Players Tribune" isimli sitede "Sır" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Bugünlere nasıl geldiğine dair çarpıcı notlar paylaşan Brezilyalı, adeta hayat dersi veriyor. 

İşte o yazı:

"Bir sırla başlayacağım. Aslında bu hikayede birçok sır öğrenebilirsiniz çünkü bazı insanlar tarafından yanlış anlaşılmışım gibi hissediyorum.

3 ay önce Barcelona PSG'ye karşı yaptığı inanılmaz geri dönüşü yaparken ben her anını kanepemden izliyordum. Gazetelerden okuduğunuz kadarıyla benim eski takımımın kaybetmesini istediğimi düşünebilirdiniz.

Ama kardeşim Neymar o güzel frikiği attığı zaman... Kanepemden fırladım ve televizyona doğru bağırdım: "Vamooooooooos!"

Ve Sergi Roberto 95. dakikada mucizeyi gerçekleştirdiğinde...

Dünyadaki diğer Barça taraftarları gibi çılgına döndüm. Çünkü gerçek şu ki Barcelona hala benim kanımdaydı.

Geçen yaz ayrılmadan önce yönetim kurulu tarafından saygısızlığa uğradım mı? Kesinlikle. Basitçe hissettiğim bu. Bana asla farklısını söyleyemezsiniz. Ama bir kulüpte 8 yıl oynayıp onunla her şeyi kazandıktan sonra o takımın kalbinizde olmaması mümkün değil. Hocalar, oyuncular, yöneticiler gelir ve giderler. Ama Barça hep oradadır.

Juventus'a gitmeden önce Barcelona yönetimine son bir söz vermiştim: "Beni özleyeceksiniz."

Oyunculuğumu kastetmiyorum. Barça birçok inanılmaz oyuncuya sahip. Bahsettiğim benim ruhumu özleyecekleriydi. Soyunma odası için gösterdiğim özeni özleyecekleriydi. Her defasında formama akıttığım kanımı özleyecekleriydi.

Bir sonraki turda Barça'ya karşı oynayacak olmak çok garip bir duyguydu. Özellikle Camp Nou'da oynanan ikinci maçta sanki tekrar evimdeymişim gibi hissettim. Maç başlamadan hemen önce Barça yedek kulübesine gidip eski arkadaşlarıma merhaba dedim. Bana, "Dani gel bizimle otur, senin koltuğunu ayırdık" diyorlardı.

Sırtın hakeme dönük bir şekilde herkesin elini sıkıyordum. Birden bir düdük sesi duydum. Bir döndüm ki hakem çoktan maçı başlatmış. Sahaya doğru hızlı bir depar attım. Eski hocam Luis Enrique'nin k.çıyla güldüğünü duyabiliyordum.

Komik değil mi? Ama bu maç komik değildi, özellikle benim için. İnsanlar beni görüp şöyle diyorlar: "Dani her zaman şaka yapar. O her zaman güler. Ciddi değildir."

Dinleyin, size bir başka sır anlatacağım. Messi, Neymar, Cristiano gibi dünyanın en iyi forvetleriyle mücadele etmeden önce takıntılı bir şekilde onların güçlü ve zayıf yönlerini çalışırım ve daha sonra nasıl hücum edeceğimi planlarım. Amacım dünyaya Dani Alves'in onlarla aynı seviyede olduğunu göstermek. Belki bir iki kere beni geçebilirler. Problem değil. Ama ben de onlara hücum edeceğim. Görünmez olmak istemiyorum. Sahnede olmak istiyorum. 34 yaşımda bile, kazandığım 34 kupadan sonra bunu her seferinde kanıtlamak zorunda olduğumu hissediyorum.

Ama her şey bundan derine gidiyor.

Maçlardan hemen önce hep aynı rutini uygularım. 5 dakika boyunca aynanın önüne geçerim ve her şeyi zihnimden uzaklaştırırım. Sonra kafamda bir film oynamaya başlar. Benim hayatımın filmi.

-------------------------

İlk sahnede 10 yaşındayım. Juazeiro'da küçük evimizde beton bir yatağın üzerinde uyuyorum. Yatağın üzerindeki şilte küçük parmağım kalınlığında. Ev oldukça pis kokuyor ve dışarısı halen karanlık. Sabahın beşi, güneş henüz doğmamış ama okula gitmeden önce tarlada babama yardım etmem gerek.

Kardeşim ve ben araziye gidiyoruz, babamız çoktan çalışmaya başlamış bile. Meyve ve bitkilerdeki bakterileri öldürmek için sırtında kocaman bir çanta ilaçlama yapıyor.

İlaçlama yapmak için henüz küçüğüz ama bir şekilde ona yardım ediyoruz. İşte bizim hayatta kalma yolumuz. Kardeşimle saatlerce kim daha sıkı çalışıyor diye yarışıyoruz. Çünkü babam kendisine en çok yardım edene evdeki tek bisikleti kullanma hakkı veriyor.

Eğer bisikleti kazanamazsam tarladan okula kadar 12 mil yürümek zorundayım. Okuldan geri dönmek daha da kötü çünkü mahalledeki futbol maçları bensiz başlıyor. O yüzden 12 mili koşarak kat ediyorum ve sonra bir de sahada koşuyorum.

Ama ya bisikleti kazandıysam? O zaman kızları da alabiliyorum. Onlardan bir tanesini bisikleti alıp okula bırakma teklifinde bulunuyorum. 12 milliğine gerçek erkek benim.

O yüzden canımı dişime takarak çalışıyorum.

Okula gitmeden önce babama bir kez daha bakıyorum, o hala sırtında tankıyla ilaçlama yapıyor. Önünde çalışacak bütün bir gün var. Geceleri ise ekstra para kazanmak için küçük bir barı var. Gençken inanılmaz bir futbolcuymuş ama scoutlar tarafından keşfedilmesi için büyük şehirlerde oynayacak parası yokmuş. Benim bu fırsatı yakalayacağımda emin olmak istiyordu, bu onu öldürse bile.

Ekran kararıyor.

Şimdi pazar günündeyiz ve siyah beyaz televizyonumuzda futbol maçlarını izliyoruz. Şehirden sinyali almak için antenin etrafında çelikten bir tel var. Bizim için haftanın en iyi günü. Evde bolca eğlence var.

Ekrar tekrar kararıyor.

Şimdi babam beni eski arabasıyla bazı scoutlar beni görsün diye şehre götürüyor. Araba iki vites. Oldukça yavaş. Dumanı koklayabiliyorum.

Babama tuttuğunu koparan biriydi (hustler). Ben de öyle olmalıyım.

Ekrar tekrar siyah.

Şimdi 13 yaşındayım. Ailemden uzakta daha büyük bir şehirde genç futbolcuların bulunduğu bir akademideyim. Küçük bir yatakhanede 100 çocuğuz. Bir çeşit hapishane. Evden ayrılmamdan bir gün önce babam şehre inip bana yeni futbol kıyafeti aldı. Şimdi iki tane kıyafetim olmuştu.

İlk idmandan sonra formamı kuruması için astım. Sonraki sabah baktığımda formam yerinde yoktu, gitmişti. Biri onu almıştı. İşte orada anladım ki artık tarlada değilim. Burası gerçek dünya. Ona gerçek dünya diyorlar çünkü burada b.k gerçek.

Odama geri dönüyorum. Çok açım. Bütün gün idman yaptık ama kampta yeterince yiyecek yok. Birileri kıyafetlerini çalmış. Ailemi özlüyorum ve kesinlikle buradaki en iyi oyuncu değilim. Yetenek açısından belki de 100 kişi arasında 51.'yim. O yüzden kendime bir söz verdim.

Kendime dedim ki, "Babanı gururlandırana kadar tarlaya geri dönmek yok. Yetenek olarak 51. kişi olabilirsin. Ama gayret olarak 1 ya da 2 olacaksın. Bir savaşçı olacaksın. Ne olursa olsun eve geri dönmeyeceksin.

Ekran tekrar kararır.

Şimdi 18 yaşındayım ve futboldaki en büyük yalanlardan bir tanesini söylüyorum.

Meşhur bir scout Brezilya Ligi'nde Bahia için oynarken bana geldi ve "Sevilla seni transfer etmek istiyor" dedi.

Ben de "Sevilla mı? Harika" dedim. Bana nerede olduğunu bilip bilmediğimi sordu. "Elbette Sevilla'nın nerede olduğunu biliyorum. Seviiilllaaaa. Oraya bayılıyorum."

Ama oranın neresi olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ayda bile olabilirdi. Fakat Sevilla ismini öyle bir telaffuz etti ki çok önemli bir yermiş gibi geldi, ben de yalan söyledim.

Birkaç gün sonra Sevilla'yı etrafımdakilere sormaya başladım. Barcelona, Real Madrid gibi takımlara karşı oynadığını öğrendim. Portekizce'de bu tarz durumlar kullandığımız bir tabir vardır: "Agora." "İşte bu" da diyebiliriz. Şimdi gitme zamanı.

Ekrar tekrar kararır.

Şimdi Sevilla'dayım. O kadar cılızım ki hocalar ve diğer futbolcular benim genç takımda oynamam gerekirmiş gibi bakıyorlar bana. Hayatımdaki en zor 6 ayın ortasındayım. Dili konuşmayı bilmiyorum. Hoca beni oynatmıyor ve ilk defa eve gitmeyi düşünüyorum.

Ama sonra bir sebeple 13 yaşındayken babamın bana aldığı kıyafeti düşünüyorum. Hani o çalınan. Sırtında tankıyla yaptığı ilaçlamayı düşünüyorum. Ve kalmaya, dili öğrenip birkaç arkadaş yapmaya karar veriyorum. En azından Brezilya'ya yeni bir tecrübe edinerek dönerim diyorum kendi kendime.

Sezon başında hoca herkese şu ifadeyi kullanıyor: "Sevilla'da savunma hattı hiçbir zaman yarı sahayı geçmez. Asla."

Birkaç maç oynuyorum, yarı saha çizgisine bakıyorum. O görünmeyen çiti geçmeye korkan bir köpek gibiyim. Sonra bir maçta boşveriyorum. Kendim olmalıyım.

"Agora" diyorum.

Sadece gidiyorum. Hücum, hücum, hücum.

Bir mucize oluyor. Hoca diyor ki: "Tamam Dani. Yeni plan. Sen hücum edebilirsin."

Birkaç sezon içerisinde küme düşme hattından sıyrılıp iki kez UEFA Kupası'nı kazanan bir takım oluyoruz.

Ekrar tekrar kararıyor.

Telefonum çalıyor. Arayan menajerim.

"Dani, Barcelona seni transfer etmek istiyor."

Şimdi yalan söylememe gerek yok. Barcelona'nın nerede olduğunu biliyorum.

İşte her maçtan önce aynanın önündeyken kafamdan oynayan film bu. Sonunda tekrar soyunma odasına dönüyorum ve kendime hep aynı şeyi söylüyorum.

"Kahretsin, ben yoktan varoldum.

Şu anda buradayım.

Bu gerçek dışı ama buradayım."

18 yaşımdayken Barcelona'ya karşı oynayan bir takımda forma giyme fırsatı yakalamak için okyanusu geçtim. Barcelona için oynama onuru? İnanılmazdı. Gerçek dehaya tanıklık etme fırsatı buldum.

Hatırlıyorum bir idmanda Messi top ayağındayken mantık kurallarını zorlayacak işler yapıyordu. Tabii ki bu her gün yaptığı bir şeydi. Ama bu sefer bir şeyler değişikti.

Şimdi size şunu hatırlatmam gerekir ki bu gerçekten çok ağır bir idmandı. Öyle laylaylom yapmıyorduk. Defansı çalımla geçip bir katil gibi gol yapıyordu.

Sonra beni geçti. Kramponlarına baktım ve kendi kendime düşündüm: "Bu şaka mı?"

Daha sonra bir kez daha geçti, "Hayır, bu imkansız."

Bir daha geçti ve bu sefer ne gördüğümden emindim.

Kramponları bağlı değildi.

Yani tamamen bağlı değildi. Bu adam dünyadaki en iyi savunmacılara karşı sanki etrafta dolanıyormuş, pazar günü parkta dolaşıyormuş gibi oynuyordu. O anda anladım ki hayatım boyunca bir daha böyle birine karşı oynamayacağım.

Ve sonra tabii ki Pep Guardiola.

Bilgisayar denince aklınıza Steve Jobs gelir.

Futbol deyince de Pep.

O bir dahi. Bir kez daha söyleyeceğim. O bir dahi.

Pep maçlarda olacakları daha maç oynanmandan söylüyordu. Mesela 2010 Real Madrid'i 5-0 yendiğimiz maçtan önce... Pep maçtan önce, "Bugün futbol topu sanki bir ateş topuymuş gibi oynayacaksınız. Asla ayağınızda kalmayacak. Yarım saniye bile. Eğer bunu yaparsanız bizi baskı altına alacak zamanları olmaz. Rahat bir şekilde kazanacağız" dedi.

Maçlardan önceki konuşmalardan çıktığımızdaki his sanki çoktan 3-0 öndeydik gibiydi. Öyle bir güç geliyor, öyle hazırlanıyorduk ki çoktan kazanmışız gibi hissediyorduk.

İşin en komik yanı devre olmuş ve hala işler iyi gitmemişse oluyordu. Pep oturur ve alnını ovmaya başlardı. Bunu nasıl yaptığını biliyorsunuz değil mi? Daha önce görmüştünüz bunu. Beynine masaj yapar gibi. İlhamın gelmesini arıyor.

Bunu soyunma odasında tam da bizim önümüzde yapardı. Sonra, bir sihir, o ilham gelirdi.

"Buldum"

Sonra yanımıza atlar ve direktifler verir, tahtaya birçok şey karalardı.

"Şunu, şunu ve şunu yapacağız. Sonra bu da golü nasıl atacağımız."

Sahaya çıktığımızda bunu, bunu ve bunu yaparız ve onun söylediği şekilde golü atarız. Çılgıncaydı.

Pep bana topsuz oyunda nasıl oynamam gerektiğini söyleyen ilk hocamdı. Bizde sadece oyunumuzu değiştirmemizi istemezi, bizle oturur ve istatistik ve videolar yardımıyla neden bunun gerekli olduğunu gösterirdi.

O Barça takımları neredeyse yenilmezdi. Hafızamızla oynuyorduk. Ne yapmamız gerektiğini çoktan biliyorduk. Düşünmemize gerek yoktu.

İşte bu yüzden bugüne kadar Barça benim kalbimde.

İşte bu yüzden Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona'yı elediğimizde kardeşim Neymar'a gidip onu kucakladım. Ağlıyordu ve benim bir yanım ağlar gibiydi.

Bunu okuyan insanlar neden bu sırları paylaştığımı düşünüyor olabilirler.

Gerçek şu ki artık 34 yaşındayım. Daha ne kadar oynayacağımı bilmiyorum. Belki 2-3 sene. İnsanların beni ve bütün hikayemi anlamadıklarını hissediyorum.

Bu sezon Juventus'a geldiğimde tekrar evimden ayrılıyor gibi hissettim. Bunu 13 yaşındayken akademiye giderken yapmıştım. 18 yaşımda İspanya'ya giderken. Şimdi 33 yaşımda İtalya'ya giderken.

Juve'ye ilk geldiğimde sanki tamamen başka bir okula gelmişim gibiydi. Bütün hayatım boyunca hücum etmeye bayılıyordum. Ve şu anda geldiğim yer en çok değerin savunmaya verildiği yerdi.

Bir kez daha o tarladaki köpek gibi olmuştum. O görünmez çit beni engelliyordu.

Gitmeli miydim?

Ama gitmedim. Sezon başında Juveli futbolcuların onların felsefesine ve tarihlerine saygı gösterdiğimi anlamalarına emin olmak istedim. Bir kere onların saygısını kazandığımda ben de onlara kendi güçlü yönlerimi gösterebilirdim.

Bir gün yarı saha çizgisine baktım ve dedim ki: "Gitmeli miyim?"

Bang, Agora...

Hücum, hücum, hücum. (Tamam, bazen de savunma çünkü aksi halde Buffon'un bana bağıracağını biliyorum."

Bazen hayatın bir daire olduğunu düşünüyorum.

Bakın, ben bu Arjantinlilerden kurtulamıyorum.

Barça'dayken Messi Juve'de Dybala.

Size yemin ederim ki dahiler beni her yerde takip ediyor. 

Bir gün idmanda daha önce Messi'de gördüğüm şeyi Dybala'da gördüm. Bu sadece Tanrı vergisi yetenek değildi. Bunu hayatımda birçok kez görmüştüm. Bu, Tanrı vergisi yetenekle dünyayı ele geçirme isteğinin birleşimiydi.

Barça'da hafızayla oynardık.

Juventus'ta bu biraz farklı. Bizi Şampiyonlar Ligi finaline taşıyan kollektif mantalitemiz oldu. Düdük çaldığında ne olursa olsun kazanmanın bir yolunu buluyoruz. Kazanmak Juve için bir hedef değil, daha çok takıntı. Hiçbir bahane yok.

Bu cumartesi dünyadaki 34. yılımda 35. kupamı kazanma fırsatım var. Bu benim için çok özel bir fırsat. Bunun Barcelona yönetiminin beni bırakmalarının hata olduğunu göstermekle bir alakası yok.

Bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceklerini biliyorum.

Konu bu değil zaten.

Brezilya'daki akademide yaşadığımla ilgili ne söylediğimi hatırlıyor musunuz? Kendime, babamı gururlandırana kadar tarlaya geri dönmeyeceğimi söylediğim zamanı?

Aslında babam pek duygusal biri değildir. Onu gerçekten gururlandırdım mı hiçbir zaman bilemedim. Kariyerimin çoğunda Brezilya'daydı. Ama 2015'te ilk defa Berlin'de Şampiyonlar Ligi'ni kazandığım maçı izledi. Sahadaki kutlamalardan sonra Barça oyuncuların aileleri için özel bir parti düzenlemişti. Hayallerimizi gerçekleştirmemizde bize yardımcı olan insanlarla kupanın ucundan tutup poz veriyorduk. Babamla poz verdiğim o anı hatırlıyorum.

Portekizce bir şeyler söyledi. Aslında biraz küfürlü, o yüzden kelimesi kelimesine tercüme etmeyeceğim.

Özetle şunu dedi: "Oğlum şimdi adam oldu."

Ve biliyor musunuz ne oldu? Bebek gibi ağlıyordu.

Hayatımdaki en harika andı bu.

Cumartesi çok tanıdık bir rakibe karşı bir kez daha Şampiyonlar Ligi finali oynama şansım var. Her zaman yaptığım gibi Cristiano'yu enine boyuna analiz edeceğim.

Her zaman olduğu gibi maçtan önce aynanın önüne geçip kafamda aynı filmi oynatacağım.

Ekran kararacak ve bütün bunları hatırlayacağım.

Beton yatağımı.

O pis kokuyu.

Sırtında ilaç tankıyla babamı.

Okula yaptığım 12 millik bisiktlet sürüşlerini.

Yeni kıyafetimi.

Boş çamaşırlığı.

"Tabii ki Sevilla'nın nerede olduğunu biliyorum."

Kahretsin, ben yoktan varoldum.

Şu anda buradayım.

Bu gerçekdışı ama buradayım.

Çeviri: Mert Elam

(YASAL UYARI: BU HABER KAYNAK GÖSTERİLMEDEN KULLANILAMAZ.)

Senin için hazırladığımız haberler