Fenerbahçe başantrenörü Zeljko Obradovic ve oyunculardan Ekpe Udoh Hürriyet'e konuştu. (Ayşe Arman - Hürriyet)
"Fenerbahçe’ye gelmemin nedenlerinden biri..."
Var ya, hoca gerçekten müthiş adam! Hem saygı duyuyorsunuz hem hayranlık. Onun yerinde başka biri olsa, ego patlaması yaşardı. O ise sıfır ego. Çok güldüm, uçaklarda business uçmak istemezmiş, “Cam kenarı olsun yeter!” dermiş. Bazen koç diye iltimas geçilince sinirlenirmiş. Ekibi olmadan, kendi başına, hayatta tek başına gidip oturmazmış.
Parolası şu: “Ya hepimize ya hiçbirimize!”
Malzemeciden doktoruna kadar herkese eşit davranılmasını isteyen bir koç. Oyuncularda da öyle.
Ne yaşlarına ne pasaportlarına bakıyor, tamamen performanslarına ve karakterlerine...
Ülker Arena’da yaşıyor.
Birçok antrenör, idmandan birkaç saat önce gelirken, o saatler öncesinden gelip videoları izliyor, yardımcılarıyla oturup konuşuyor, tartışıyor...
Obradoviç bir tane!
HİÇ KİMSE TAKIMDAN DAHA ÖNEMLİ OLAMAZ BEN DAHİL...
Bir Fenerbahçeli olarak, size teşekkür ediyorum. Sonunda bizi de Euroleague şampiyonu yaptınız! Siz, basketbol tarihinin en önemli koçlarından birisiniz. Beş farklı takımla, Euroleague Şampiyonluğu! Nedir sırrı, formülü? Sadece çalışmak ve disiplin bunu açıklamaya yeter mi?
- Yetmez! Takımın kimyası önemli. Bir olmak, bütünleşmek. Gerçekten takım olmak yani. Ama bu uyumu yakalamak, bu kimyayı oluşturmak hiç kolay değil. Adım adım inşa ediyorsunuz. İşte benim varlık sebebim, bu kimyayı yaratmak. Bunun için varım...
Nasıl yaratıyorsunuz?
- Açık ilişki kuruyorum, son derece şeffafım. Ve tek ideale kanalize oluyoruz, hepimiz o ideal için çabalıyoruz. Bana 24 saat ulaşabilirler. Hepsi benimle her konuyu konuşmakta serbest. Tartışmakta da. Ama tabii son karar benim. Aramızda büyük bir güven ve saygı var. Sezon başlamadan oyuncularıma şunu söylerim: “Ben ve ekibim, 24 saat sizin için buradayız!” Hayatım burada geçiyor. Hep ofisimdeyim. Hep ulaşılabilir haldeyim. Ama şu var, oyuncu seçerken, sadece yeteneğe bakmıyorum, karaktere de önem veriyorum...
Neden?
- Çünkü kimsenin, takımın kimyasını bozmaya hakkı yok. Yetenek de önemli ama maçlar o kimyayla kazanılıyor. O yüzden de karakterini beğenmezsem, çok iyi bir oyuncu olsa bile almam. Aile hayatı, kendi hayatı benim için daha önemli. Önemli olan takımdır. Ben bile önemli değilim. Hiç kimse takımdan daha önemli olamaz. Önce takım gelir...
Vayyyy....
- Tabii ki! Başarı nasıl geliyor zannediyorsunuz. Hiçbir şey, tesadüfen olmuyor. Burada bazı kurallarımız var ve hiç kimsenin bu kuralların dışına çıkmasına izin vermem. Koçun görevlerinden biri, takımın bütünlüğü, ruhunu korumaktır. Ben de öyle yapıyorum. Gözüm gibi bakıyorum takıma. Ben de kurallara uyuyorum. Herkesin de uymasını bekliyorum.
Eşiniz... Ona basketboldan fenalık geldi mi?
- Yooo. Maçlara gelir. Bazen aramızda da konuşuruz. Ama genellikle konuyu değiştirir ve sevdiğimiz başka ortak konulara geçeriz.
Nasıl bu kadar alçakgönüllü olabiliyorsunuz?
- Anlamadım. Nasıl yani?
Egonuzun şişkin olması gerekmiyor mu?
- Başkalarını bilemem. Ben buyum. Bende değerli bir hayat bilgisi var...
Nedir?
- Geçmişi unutup, geleceğe bakmak! 24 saat bile olsa, geçmiş geçmiştir, geçmişin zaferleriyle yaşayamazsın, hep geleceğe bakacaksın!
KOÇ, EVDE KALABİLİR MİYİM? KİMSE BİLMEYECEK!
Oyunu değiştirebilen az sayıda koçtan birisiniz. Bu yetenek tecrübeden mi kaynaklanıyor?
- Basketbol, sürprize çok açık bir oyun. O nedenle sürekli oyunu okumak gerekiyor. Ve doğru, ben oyunu değiştirebileceğimi hissediyorum. 25 yıl koçluk, artı oyunculuk sayesinde. Ben oyuncularımı da çok iyi tanıyorum. Karakter özelliklerini biliyorum. Oyunun kritik anlarında, kimin ne reaksiyon göstereceğini, kimin stresi taşıyıp taşıyamayacağını biliyorum...
Size hem basket sahasında hem de saha dışında saygı gösteriyorlar. Kendinizi onların ‘babası’ gibi hissediyor musunuz?
- Güvendikleri biri olmaya çalışıyorum. Onlara saygı gösteriyorum, onlar da bana. Beni nasıl gördükleri hiç önemli değil. Baba, abi, kardeş, koç, hiç önemli değil. Saygı yeter.
FENERBAHÇE’YE GELDİM ÇÜNKÜ ÇOK HIRSLI BİR KULÜP
Hırslı bir insan mısınız?
- Her zaman! Fenerbahçe’ye gelmemin nedenlerinden biri bu. Çok hırslı bir kulüp. Avrupa Şampiyonu olmak istediklerini belirttiler. Hırs olmadan bırak sporu, hayatın kendisi sıkıcı! Eğer hırsınız yoksa hayatın ne anlamı olabilir ki? Oyuncularıma diyorum ki, “Aramızdan biri, bir kıza âşık olursa ne olur? Bu kız için her şeyi yapmaya hazır olur değil mi? İşte o kız yerine basketbolu koyun. Âşık olun basketbola! Onun için her şeyi yapın!”
Güzelmiş... Ya gerçekten âşık olursa oyuncularınız, konsantrasyonları mı bozuluyor?
- Tabii o da oluyor. Özellikle genç oyuncularda. Ama dengeyi kurmak zorundalar. Hayat dengesi çok önemli. Bazen maçlardan önce otele gidiyoruz. Bazılarının kız arkadaşı geliyor ve oyuncular bana soruyorlar. “Koç, evde kalabilir miyim? Kimse bilmeyecek.” Bence tamamdır. Niye olmasın? Bu onu mutlu edecekse... Sahada mutsuz oyuncu görmek istemem. Ama sahada bütün performansı isterim...
HER ŞEY GELECEKTE, BUNU UNUTMA!
Nasıl bir ailede yetiştiniz?
- Varlıklı olmayan bir ailede. Zor şartlar. Sıkıntılar. Babamı 14 yıl önce kaybettim. Annem hayatta, Sırbistan’da küçük bir şehirde yaşıyor. Ona bakan kuzenlerim var. 77 yaşında, çok hareket etmeyi sevmiyor. Her fırsatta yanına giderim, yazları mutlaka 10 günü onunla geçiririm.
Basketbola başladığınızda sizi desteklediler mi?
- Annem her zaman destekledi. Küçükken her antrenmandan sonra elleriyle beni yıkardı.
Kendi oyunculuğunuzu beğenir miydiniz?
- Fena değildim.
Antrenör olarak mı, oyuncu olarak mı kendinizi daha değerli buluyorsunuz?
- Ülkemin milli takımında oynadım. Oyuncu olarak Dünya Şampiyonu oldum. Olimpiyatlar’da gümüş madalya aldım ve kulübüm Partizan’la başka unvanlar da kazandım. Ama bunlar, koç olarak yaptıklarımla kıyaslanamaz.
İŞİM DIŞINDA MÜZİK BENİ ÇOK MUTLU EDİYOR
Yaşamınızda basketbol kadar iyi bildiğiniz başka ne var?
- Anadilimde çok sayıda şarkı biliyorum. Arkadaşlarımla, canlı müzik yapılan yerlere gitmeyi çok seviyorum. İşimin dışında müzik beni çok mutlu ediyor.
Saha kenarında bir gün kalp krizi geçirmekten korkmuyor musunuz? Çok heyecanlanıyorsunuz, her anı oyuncularınızla birlikte yaşıyorsunuz...
- Doğru, bu iş hem çok zor hem çok stresli ama ben vücuduma ve sağlığıma dikkat ediyorum. Şu anda oyuncu olduğum dönemden sadece iki-üç kilo fazlayım. Her gün beş kilometre koşuyorum, yüzüyorum, egzersiz yapıyorum, bana yardımcı olacak vitamin destekleri kullanıyorum. Doğru besleniyorum. Ama evet, bazen tansiyonum çıkıyor, doktorumla hep temas halindeyim. Stres, işimin bir parçası. Eğer bu gösterdiğim gibi bir tepki göstermezsem, kenarda, parkta bankta oturur gibi oturursam, bu benim hikâyemin ve koçluğumun sonu olur!
KIZIMIN KARARLARINA SAYGIM VAR
Kızınız sky diving yapıyormuş, her gittiği yerde uçaktan atlıyormuş, korkmuyor musunuz?
- Hayır. Çünkü onun kendi hayatını dilediği gibi yaşama hakkı olduğuna inanıyorum. Bazen beğenmediğim şeyler olabilir, ancak söylemek istemiyorum. Baba olarak, benim görevim bana ihtiyacı olduğunda, ona her konuda destek olmaktır. Artık bir baba-kızdan çok arkadaş gibiyiz. Karakter olarak da çok benziyoruz.
Eşinizle birlikte ne yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
- Kâğıt oyunlarını seviyoruz. Müzik dinliyoruz. Birlikte gitmekten zevk aldığımız yerlere gidiyoruz. Normal hayat işte.
‘HİÇ TÜRK OYUNCU YOK’ ELEŞTİRİLERİNE CEVAP
Fenerbahçe’nin şampiyonluğundan sonra “Hiç Türk oyuncu yok!” diye eleştiri geldi. Ne diyorsunuz?
- Bu soruyu Türk oyunculara sormak lazım. Ben oyuncunun pasaportuna bakmam. Çok kişiye şans verdim.
Türk Milli Takımı koçluğu teklif edilse kabul eder misiniz?
- Hayır. Aynı anda iki iş imkânsız. Dürüst olmam gerekirse, bir başka ülkenin milli takımının başında kendi ülkeme karşı oynamak istemem. Bu imkansız...
30 MİLYON TARAFTARIYLA BENİM GÜZEL, ÇILGIN KULÜBÜM
Edebiyat meraklısı, kitap kurdu bir basketbolcu...
Üstelik kitap kulübü var.
Haftada ortalama bir kitap bitiriyor. Bitirmezse suçluluk duyuyor. Çünkü bir basketbolcunun çok yönlü ve birikimli olması gerektiğine inanıyor. Davet aldığı okulları kırmıyor, gidiyor. Şu ana kadar altı tanesine gitmiş. Çocukları çok seviyor. Güzel bir arkadaş, güvenilir bir arkadaş,
karakterli bir arkadaş...
Huzurlarınızda Ekpe Udoh...
Fenerbahçe seyircisinin taptığı oyuncusun. Aranızda müthiş bir sevgi ilişkisi var. Nasıl hissediyorsun?
- Mükemmel! Onlara müteşekkirim. Sahadaki enerjimi seyirciden alıyorum. Bir de blog’um var, Euroangle adı. Taraftarlarla, o blog üzerinden de ilişki kuruyorum. Valla ne diyeyim, muhteşem bir şekilde coşuyoruz!
Voleybol maçlarını izliyorsun, futbol maçlarında Fener gol atınca seviniyorsun... Sen Fenerbahçe’de bir oyuncudan çok sıkı bir Fenerbahçeli misin?
- Tabii ki öyleyim! Ama aynı zamanda bu kulübün bir oyuncusuyum. İzleyebildiğim kadarıyla da diğer spor dallarını takip ediyorum. Çünkü çok keyifli! Fenerbahçeliler sürekli yeni şeyler deniyor. Amerika’da benim alışık olduğum kulüplerden farklı...
KAYBETMEK BİZİM KİTABIMIZDA YAZMIYOR
Hangi açıdan?
- Burada taraftar çılgın, kendini takımına adamış, ölüyor takımı için. Amerika’da öyle değil. Fenerbahçe’nin fiziksel olarak 30 milyon taraftarı var, dünyadaki başka kulüpler bunun yanına bile yaklaşamıyor! Dünyada en büyük kulüplerden biri! Taraftar, o kadar bağlı ki takımına, nereye gidersek bizim yanımızdalar. Gerçekten hayranlık verici...
Daha önce böyle bir şey görmedin mi?
- Bu çapta değil. Bir miktar kolej liginde, birkaç kere de NBA liginde. Ama asla buradaki gibi değil!
Sen yeri geliyor, 28 dakika sakat oynuyorsun. Bu fedakârlığı neden yapıyorsun?
- Obradoviç gibi bir koçla çalışırken, kesinlikle kazanmak istiyorsunuz; kaybetmek, bizim kitabımızda yazmıyor! O yüzden ben de her şeyimi veriyorum...
Sen Nijerya asıllı bir Amerikalısın. Ailenin hikâyesi nedir?
- Babam 1983’te, annemse ondan iki sene sonra Amerika’ya geliyor. Bir ağabeyim var, onunla birlikte. Ben ve üç kız kardeşim Amerika’da Oklahoma’da doğduk...
TANRI’YA İNANIYORUM, DİNLER KONUSUNDA KAFAM KARIŞIK
Geldiklerinde durum nasılmış?
- Felaket. Çok zorluk yaşıyorlar. Babamın hiçbir diploması yokmuş. New York’tan Oklahoma’ya giderken bir de soyulmuş, parası da kalmamış. Tırnaklarıyla kazıyarak, ailemize bir hayat inşa ediyor. Sonunda üniversite bile bitiriyor. Nijeryalı bir aile için, eğitim çok önemlidir. Birinci sırada gelir. Daha doğrusu, inançlı olmak bir, eğitimli olmak iki...
Dinine çok mu bağlısın?
- İnançlı bir aile ortamında yetiştim. Tanrıya inanıyorum, dinler konusundaysa kafam karışık. Ama bir yaradan olduğuna kesinlikle inanıyorum.
Basketbol senin için bir tür kurtarıcı mı oldu?
- Evet ama aslında bizi bir arada tutan ve güçlü olmamızı sağlayan sevgiydi! Birbirine çok düşkün bir aileyiz. Ve ne mutlu bana ki, basketbol hayatımın bir sonraki evresinde, aileme ve çevreme yardımcı olabilmemi sağladı...
Hâlâ başkalarına destek oluyor musun?
- Elbette! Ben ailemin ne tür zorluklar çektiğini biliyorum, diğer insanların nasıl zor şartlarda hayat mücadelesi verdiklerini de... O yüzden destek olabildiğim kadar oluyorum.
BASKETBOL BANA VE AİLEME ÇOK ŞEY VERDİ
Peki basketbol senin için ne anlam ifade ediyor?
- Tanrı ve ailemden sonra benim hayatım. Basketbol sayesinde iyi bir eğitim aldım, dünyayı görme şansı elde ettim. Basketbol olmasaydı, Oklahoma City’de büyüdüğüm yer olan Edmond’un dışına bile çıkamazdım. Basketbol beni her yere götürüyor. Şimdi de Fenerbahçe’deyim. Ben Avrupa’yı görmeyi bile aklımın ucuna bile getirmezdim. Dünyanın en muhteşem ülkelerini, şehirleri ziyaret etme fırsatım oldu. Basketbol, bana ve aileme çok şey verdi. Verdiği nimetlere duacıyım.
Kariyerinde bir üst seviyeye çıkmanda Obradoviç’in etkisi ne?
- Çok büyük. Koç bana özgüven verdi. Agresif olmayı, çıkıp oyunumu oynamamı ve verimli olmamı sağladı. Oyun esnasında bizim farklı yönlerimizi görebiliyor. Tartışmasız dünyanın en iyi antrenörlerinden biri.
BURADA ÇOK ÖZEL ŞEYLER İNŞA ETMEYE BAŞLADIM
Diğer koçlardan fark ne?
- O, ayrıntı viztüozu. Her şeyin, küçük ayrıntılarda gizli olduğunu biliyor. O bir çılgın! Oyunu çok iyi biliyor, çok zeki. Her şeyini, çalıştırdığı takıma ve bu spora veriyor. Koça hayran olmamak mümkün değil...
Fenerbahçe taraftarı ayrılacağına dair endişe duyuyor...
- Hayat böyle bir şey. Tabii ki bu her zaman bir olasılık. Ama burada çok özel şeyler inşa etmeye başladım. Bırakmam için de gerçekten çok olağanüstü bir şey
KÜRK MANTOLU MADONNA FAVORİ TÜRK ROMANIM
Kitaplarla ilişkin ne zaman başladı?
- Beş-altı yıl önce. Bırak kitap okumayı ben hiçbir şey okumazdım. Bir gün Miami’de çılgın bir gece yaşadım. Uyandığımda kendimi çok kötü hissettim ve baktım yakınımda bir İncil duruyor. Sanki bir mesaj gibiydi. İncil’i okumaya başladım ve böylece kitap okumaya başladım. Sonra Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’sını okudum. Tuhaf bir şekilde gerisi geldi. Daha sonra kendime kitap kulübü kurdum. Okuduğum kitapları paylaşmaya başladım.
Kitap kulübü nasıl işliyor?
- Twitter’dan link yolluyorum. Sonra insanlara kitap gönderiyorum. Ardından da okuma programı. “Şu aralıklarla okumalısınız, şu saatlerde, şu tarihlerde twitter’da olacağım!” diye. Bazen de bir kitap sinemaya uyarlanmışsa, bir grup insanı alıp o filme götürüyorum...
Sana yazanlar daha çok kadın mı, erkek mi?
- Karışık. Tüm yaş grupları, yetişkinler, çocuklar... Ben “Okuduğunuz her şeyi sorgulayın!” mesajı vermeye çalışıyorum. Hepimiz, herşeyi okuyan, sorgulayan insanlar olalım. Ve bilgiye, birikime inanalım. Bilgi güçtür.
Türk romanlarından hangilerini okudun?
- Sabahattin Ali’nin ‘Kürk Mantolu Madonna’sını okudum, çok sevdim. Gerçekten çok sıkı bir roman. Kızıyla da tanıştım. Şu ana kadar okuduğum tek Türk yazar. Ayrıca edebi eser değil ama Andrew Mango’nun ‘Atatürk’ünü de okudum. Atatürk’le ilgili başka şeyler de okudum...
Anıtkabir’e gittin ve kalbimizi fethettin. Bunu kalbimizi fethetmek için mi yaptın?
- Hayır, meraktan. Atatürk sevgim merak duygusuyla başladı. Nereye gitsem, onun fotoğrafını görüyordum. Ben de onu tanımak istedim. Ve okumaya başladım. İnanılmaz bir lider. Büyük saygım var. Birkaç günlük boşluğumuz vardı, ben de Anıtkabir’e gittim. Aslanlı yoldan yürürken çok heyecanlandım. Mozolenin olduğu yerden bakınca, her yere simetrik olarak yerleştirilmiş Türk bayrakları görüyorsunuz. Çok etkilendim.
GÜVENDİĞİM BİRİNİ BULURSAM KRAL VE KRALİÇE OLACAĞIZ!
Kız arkadaşın var mı?
- Şu anda yok.
Niçin? Zamanın mı yok?
- Şu dönem kendimizi takıma adamamız gerekiyor. Kadınlar, haklı olarak onlara zaman ayrılmasını ister, ayırmazsanız da ilişki yürümez. Öyle bir zaman yok. Bir de güven meselesi var...
Nasıl yani?
- Güvendiğim birini bulursam, kral ve kraliçe olacağız!
Kadınlara çok kolay güvenmiyorsunuz öyle mi?
- Tanınan bir sporcu olunca çevrenizdeki birçok insan, hayatın eğlenceli, pırıltı kısmını paylaşmak için sizin yanınızda duruyor, hayatın zorluklarını paylaşmak için değil. Ve her şey bir reality show’a dönüyor. Bu tür şeyleri Amerika’da çok gördüm, uzak durmaya çalışıyorum.
Yalnızlık zor olsa gerek...
- Yalnız olduğumu söylemiyorum. Amerika’dan bir arkadaşım burada. Aynı apartmanda oturuyoruz. Gittiğimiz yerlerde video çekiyoruz.
Sanki ben bir sevgilin var diye okudum...
- O bir magazin haberiydi. Sadece bir buluşmaydı. İngilizce biliyordu, “Hadi sohbet edelim” dedi. Yemeğe gittik, sohbet ettik. Kimseyle düzenli bir ilişkim yok.
Bir kadında ne ararsın?
- Güven, akıl, kendine ait bir hayatının olması, bağımsız ve özgür olması, inançlı olması, tutkulu olması, alçakgönüllü olması.
Kaç kere âşık oldun?
- İki kez. Biri kolejde, diğeri de okul dışında.
Aşk acısı çektin mi?
- Çektim tabii. Üniversitedeyken, kız arkadaşımı, arkadaşlarımdan biri öperken gördüğümde bu beni çok yaraladı, acı çektim. O yüzden de benim için güven çok önemli.
LAKAPLARIM, SAVUNMA BAKANI İKİZ KULELER, GÖKDELEN
Hani Fenerbahçe seyircisi sana âşık ya “Bir Çanakkale geçilmez, bir de Ekpe!” diyorlar. Hoşuna gidiyor mu bu laf?
- Gülüyorum. Çok yaratıcı buluyorum taraftarı. Bana Twitter’da ayrıca ‘savunma bakanı’ da diyorlar. Savunmada iyi olmam gerektiği mesajını da veriyorlar tabii...
Başka lakabın var mı?
- İkiz kuleler, gökdelen...
Bu kadar uzun olmak günlük hayatta sorun yaratmıyor mu?
- Bazen. Ama kafayı takmıyorum. Sadece kafayı çarpmamaya çalışıyorum! Alçak kapılardan geçerken dikkat ediyorum. Bir de elimi yıkarken lavabolarda daha çok eğilmem gerekiyor ama alıştım. Kıyafette bir miktar sorun oluyor ama o da çözülmeyecek bir şey değil.
BURADAKİ YEMEKLER İLAHİ
Türkiye’de en çok ne yapmayı seviyorsun?
- Basketbol oynamayı ve yemek yemeyi! Burada yemekler ilahi! Amerika’dan çok daha taze. Üsküdar’daki İoki suşi lokantası öldürücü güzel. Kadıköy’deki Çiya, Osmanlı mutfağından müthiş örnekler sunuyor. Eftelya da bence deniz ürünlerinde çok iyi.
Maç kaybedince ne yapıyorsun?
- NBA’de maç kaybetmek dünyanın sonu değil. O yüzden buraya gelince, önce çok şaşırdım. Burada ölüm kalım meselesi! Biz de kaybetmemeye çalışıyoruz. Aksi halde Obradoviç, antrenmanda bizi öldürür. İnsanların seyirci yokken, bu sahada neler yaşandığını çok iyi anladığını zannetmiyorum!
NBA’den sonra buraya gelmek bir düşüş gibi mi?
- Tabii biraz öyle bir duygu oluyor. Geçen sene benim için zordu. Dünyanın en iyi liginin dışında kalmak biraz rahatsız ediyor. Bu geçiş süreci zordu ama artık buradaki basketbola alıştım. Ve hayatımdan çok memnunum...